Books






YALNIŞLAR ŞEHRİNDE RANDEVU

tüysüz şeftali

görülmedi ki
gizlice girdi içeriye
sinsice demek daha yerinde
kaydı belki de
istese o an bulur, birleştirir bir noktada
beş parmak, bir sis kadar uzak
zamanı mı yok, içi mi istemiyor
bir başka oda mı var aralarında
tüysüz bir şeftali kadar uzak ona
çirkin bir kemancının notalarında
sabun kadar kaygan olabiliyor
gözleri bilmiyorum nerede
ararken onu saçların her renginde
eli ufacık bir üçgenin attığı yerde olabiliyor.
temmuz '85


dehşet tabloları

kan damladı tuvalden suratına
aldı, bulaştırdı her yanına
resmin en can alıcı noktasını kana buladı
sonra şehvetle aynaya baktı
çırılçıplaktı.
kendini öptü kristal aynalarda
ve şarkısına başladı
özgürlük, barış, devrim adına
bıyıklarında diretiyor
piposunda, purosunda
kocasını çok seviyor
yağlı, şişman kocasını
ve boyalı tırnaklarını
can çekişiyor her gece yatağında
geçmişi vazgeçemediği film
azrail kara lale başucunda
kendinle sevişiyor köpüklü banyolarda
bütün resimlerde kan
bütün boyalarda resim
küfürler, sloganlar hep dudaklarında
özgürlük, yaşam, devrim uğruna
kadınlığını yakalıyor bazen şişman kocasıyla
ya da göğüslerini çıkarıp atıyor
bıyıkları hepten uzun, simsiyah
erkekliğini yaşıyor bir hemşire yanında.

ve bir gün sonsuz bir resim çiziyor hayata
kıpkırmızı, bol kanlı
her şey yaşam için
her şey yaşam
tabutu kızıl bayrağa sarılı
güvercinler uçuşuyor, yaralı kanatları
şişman, yağlı kocası ağlıyor başucunda.
nisan '87


camel trophy

biz de at bacağı sevişmiştik, tavşan ayağı
bıyıkları, memeleri fırlatmıştık bir kenara
kolları, bacakları cam dışarı, kapı dışarı.
ben romancı değilim, biliyorsun
yayıncıları dövme
gözünü oyma benim yüzümden
ben her zaman diz boyu şiirler yazarım.
kamera arkasında istiyorsun beni
olağandışı dev filmler
sinemanın sisli heyecanı
fokur fokur cadı kazanı.
bizim de jet uçağıydı sevgimiz
aşkımız sapsarı camel trophy
ne mosmor günlerimiz oldu seninle
el içiyle bakılamaz kadar ayıp
kara gül, kırmızı lale
çilekli dondurma, çırılçıplak muz
ıslak birer salyangozduk o zaman
hep yanlış deliklere giren
toplam 372.5 kilo şehvet
eller yukarı
seni boğmak istemiyorum
n' olur tek gözlü ölme.
eylül '88



medusa

bir sütyen, bir külot
bir ayağında siyah çorap
öbür ayağında yok
saçları yılan gibi medusa.
ne arıyor ağacın tepesinde bu kadın?
mavi gözlük gözünde
tırnakları ahtapot.
kendi odasını seyrediyor gizliden gizliye
yatağında çıplak bıraktığı gölgesini
dev bir karasinek gibi gölgesini
tek gözle bakılamaz kadar ayıp.
gölgesi onu izliyor, o gölgesini
ağaç devrildi devrilecek.
kasım '87- temmuz '88


hay allah

siz ki benim en büyük aşklarımdınız
eski film afişleri gibi yittiniz
ben yanlış aşkların, yanlış aşığı
ben olanaksız.
hay allah,
ara sıra duyuyorum, hepiniz kilo almışsınız
zaman mı yanlıştı,
biz mi başaramadık?
tanıyamazsınız beni görseniz
zaman neler yaladı
hadi bak falıma ihtiyar falcı
onlar ki benim en büyük aşklarımdı
benim yaptığımı köpekler yapmaz
şubat '89



PORTAKAL TEK MEYVE DEĞİLDİR

cinnet şehri

cinnet şehrinin ortasındayım
durup durup her taraf kanıyor
hangi yana kulak versen
ya çan sesi duyarsın ya siren
bütün şehir çığlık çığlığa bağırıyor

hırsız alarmları bana çalıyor
hiç bilmediğim istasyonlarda duruyor trenler
son trenlerin içinde hep ben

kıpkırmızı yangınlar şehrinin ortasındayım
ne yana dokunsam alev alıyor her yer
yabancı evlerde yaşıyorum
yabancı yataklarda uyuyorum
çarşaflar parlıyor aniden
yandım yanacağım korkuyorum

sonu gelmez serüvenlerin don kişot' uyum
yel değirmenleri hep ters dönen
1990 - 1993


bana bir şiirlik borcun var

bana bir şiirlik borcun var
onu öde ben gideceğim
anladım sen benden de tehlikelisin
ateşle sevişiyorsun günde sekiz saat
alev alev tuttuğum her bir yerin

sen ne benim olabilirsin
ne ben seni ateşle paylaşabilirim
gözlerimi istedin saçlarımı
istiyorsan alabilirsin
bana bir şiirlik borcun var
onu öde ben gideceğim
1991


sen beni hiç bilmedin

sen beni hiç bilmedin
vedasız siyah bir gecede yitip gittin
siyah saçlarınla
senin ismin acı veriyordu bana
senin şarkıların dansların hüzün
gülebilirdin yaptıklarıma
istiyorsan kızabilirdin hatta
sen beni hiç bilmedin
dans et şimdi
kırmızı bir gül ağzında
ne kadar gizlesende
gözlerinde ki hüznü gördüm
1991



metamorfoz

ben gemilerle uçtum
eski zaman denizlerinde yüzdüm
karanlık dehlizlerde yaşadım
farelerin sırtında gezdim

simsiyah giyinirdim
güldüm mü kan sızardı
yılanlarla seviştim
her bir tırnağım akrepti
tükürdüm mü jilet tükürürdüm
gözlerimden yarasalar uçardı
saçlarım baykuşların barınağı
her kahkahamda akbaba çığlıkları

sonra işte sizi gördüm
farelerin sırtından indim
yunus balığı getirdi beni
güldüm size güller verdim
gözlerimden yıldızlar kaydı

herşeyimi soyundum
bütün akrepler kaçtı baykuşlar uçtu
ama bir de gördüm ki
sizin koynunuzda da bir yılan vardı
1991


gökgürültüsü gülü

dün gece sabaha karşı
şimşek girdi penceremden içeriye
yağmur henüz başlamamıştı
elinde kıpkırmızı gökgürültüsü gülü
gülün saçları ne kadar siyahtı

bütün odaları dolaştı şimşek
içime girdi çıktı
yaladı bütün vücudumu
giderken yatağıma
gökgürültüsü gülünü bıraktı

camlar paramparça oldu
aynalar alev alev
bıçaklar kan içinde
derken çığlık çığlığa yağmur
gülün saçları ne kadar siyahtı
1991


floresanlar

bu floresanlar böyle buzul kat
fabrika sabahları
metro karanlıkları
göz ağrısı baş ağrısı
bu floresanlar işkence rengi
mavi ay aydınlığı
nefret ettiğim sorgu sual akşamları
yoksulluğa davet kurtlaşmaya çağrı
bu floresanlar bol buzlu bir içki
senin ellerinden içtiğim
1991


röntgenciye notlar

bir dürbünle renklenebilir dünyanız
hele bir de dürbününüz kırmızıysa
tıpkı benimki gibi
her perdenin açılışı yeni bir film
her an bir cinayete tanık olabilirsiniz
ya da fazlasıyla müstehcen bir aşk pozisyonuna
tüm gariplikleri izliyebilirsiniz
burnunuzun ucunda
düş dünyanız genişse
bu daha da mükemmel
her pencerenin açılışında bir öykü gizli
bir de dürbününüz kırmızıysa
tamamı renkli sayısız film
seyreyleyin
1990


evler

fakir evler görüyorum geceleri
lambaları savaş sırasında karartma
duvarları çıplak
odaları kalabalık
camları fazla rüzgarlı fakir evler

yalnız evler görüyorum geceleri
kedileri pencere önlerinde
duvarlarında çerçeveli yitik yaşamlar
kitapları sonbahar
küçük masalı yalnız evler

mutlu evler görüyorum geceleri
lambaları sanki dolunay
pencere önlerinde gülen biblolar
kocaman masalar büyük koltuklar
perdeleri açık mutlu evler

korkunç evler görüyorum geceleri
kapkaranlık ıssız evler
kimler yaşıyor bilmiyorum
hangi tuhaf insanlar
koyu perdeleri sımsıkı örtülü
içerisi görünmez
bazen gölgeler yürüyor perdeler üzerinde
merak ediyorum
ama biliyorum zili çalsam açan tehlike
1989


başka kadınlar

bu kadınlar başka
saçları fazla kirpikleri fazla
dudakları balon kırmızısı
yanakları cinayet
başka bir gezegenden düşmüşler
sanki yanlışlıkla

bu kadınlar başka
sesleri yanlış çalınan konçerto
mi çıkacakken hep do
memeleri dondurma üzerine konan fıstık
hep ayıp laflar ağızlarında

bu kadınlar başka
gerçek üstücü bir sanatçının yapıtları gibi
en olmadık yerlerinde en olur şeyleri gizli
modern sanatlar müzesi

bu kadınlar başka
gündüz oldu mu can çekişiyor kadınlıkları
perdeler kapanıp aynalar ters çevriliyor
gözlerinde hüzün gittikçe artıyor
elleri büyüyor sonra ayakları
devleşiyorlar aydınlıkta
yüzlerinde yanlıış dikenler
ansızın boy veriyor

bu kadınlar başka
geceye yatıyorlar yeniden doğmak için
karanlık bastırıp da gece oldu mu
hepsi birden en fazla kadın
artık caddeler kaldırımlar onların
kahkahaları duyuluyor
sislerin ardından
gecenin vampirleri
en sivri dişleriyle kan arıyor.
1989


HIRSIZLAMA AŞKLAR GRİ YALNIZLIKLAR

kağıt kadın

kağıt gibi kuşlar gökyüzünde
kansız damarsız şeffaf kuşlar
tüysüz gagasız

bir kadın uçuyor
çığlık çığlık alabildiğine
dev kanatlı büyük gagalı
kendini asıyor uçurtma gibi
ipini aya bağlayıp
haziran - temmuz '89


trenlere binsem

nereye götürür beni trenler
trenlere binsem
at yarışı vagonlar
çığlık çığlık sirenler
aynı pencereden iki kez bakılmaz
aynı ağacı aynı evi
aynı hiçbir şeyi göremezsin

nereye götürür beni trenler
gece sisli peronlara mı sürükler
saatleri genellikle işlemeyen
hep yarı perdeli yüzler
sanki hayalet şehirlerden gelen

nereye götürür beni trenler
kompartımanda karşıma oturan kim
ömür boyu gizlediğim sır
bir gecelik aşk bir ömre değer

nereye götürür beni trenler
hangi cinayete ortak eder
elime bulaşan kimin kanı
tehlikenin saltanatı yaşamaya değer

nereye götürür beni trenler
dolu dizgin nefes nefese
hüzne mi o bitmek tükenmek bilmeyen
haziran '89


bıçaklı gece

bir bıçaktı yatan o gece yanımda
tırnak gibi keskindi ve altın diş gibi parlak
kendimi görüyordum arasıra
kırmızıydı yüzüm
binlerce ateş böceği istilası altında
ve gözlerim iki kızıl karanfil
yanıyordum tüm vücudum alev almıştı
bir bıçaktı evet yatan yanımda
rastlantı değildi benimle yatması
ben sokmuştum koynuma
ben baştan çıkarmıştım
göz süzüp bilmem neremi açmıştım
günahım boynuma
göğüslerimden soluyordum o gece
dudaklarım kısa devre yapmıştı
ve o bıçak değildi sanki öylesine uysaldı ki yanımda
bakmayın siz keskinliğine sertliğine
bir yunus balığı gibiydi
kan dehşet öc hiçbiri yoktu onda
gece müthişti dolunay gökte yusyuvarlak bir delik
sabahı ettik o bıçakla
yazık parlaklığı yitti gitgide
böcekler öldü kızıl karanfiller de soldu birbir
yangınım söndü
o yorgunlukla daldım bilmem kaçıncı uykuma
e kolay değil bir bıçaktı yatan yanımda
şimdi göğüslerim sakin denizde yelkenli
dudaklarım yorgun martı kumsalda
uyandığımda
ne bıçak ne de geceden bir iz vardı
mutfağa koştum
kan sızıyordu bir bıçağın en keskin ucundan
aldım çöpe attım usulca
günahım boynuma
nisan '98


imkansız aşk

biz imkansız bir aşkız
sen imkansız ben senden daha imkansız
salıncakta oturup düşler kurmadık geçmişte
geleceğe güneşli de bakmazdık
gemilerimi çektim artık senin denizinden
ellerimde demet demet heyecan
ellerimde kıymıklar
alıp alıp başımı gidiyorum
sense serüvenlerini aklında yaşayansın
hoş belki de artık çok geç
yarı belime kadar yanlış yaşıyorum
tehlikeninse voltajı adamakıllı yüksek
bir özledim mi uçaksavarlar yolda demek
kıskançlığımsa başka bir felaket
sen sevdin mi kurtuluş savaşı gibi
ben sevdim mi bu nükleer savaş demek
gözlerin suskunluklara yumulu
biliyorum için için ağlıyorsun
oysa ben hüngür hüngür geceler boyu
yok imkansız
imkansız aşk bu demek
ağustos '90

dilim yalıyor

dilim kayıyor gecenin sokaklarında
geziniyor yalayarak köşe bucak
geçtiği her yeri
insanları yalıyor bazen
işte tehlike asıl o zaman
bir saksafon sesi duyuyor dilim
bir zenci saksafon çalıyor
önce saksafonu sonra zencinin ağzını yalıyor
hemen ardından bol elektrikli bir gitar
bir 'punkcu' kafası yeşil
köşe başında oturan sarhoşları yalıyor
ve geceyi
sabahı getirmek istercesine geceyi
simsiyah oluyor dilim
en sonunda seni yalıyor alabildiğine
bir bakıyoruz ki çoktan sabah olmuş
ekim '89


yanlış yolcu

saat gece yarısını çoktan geçti
boş peronlarda yalnızım
son treni de kaçırırsam
bu gece büsbütün sokaktayım
korkmadığımı söylesem yalan olur
üç beş karanlık adam
bir iki garip kadın
ve ben
saat gece yarısını çoktan geçti
yalnızım yabancıyım bu yanlışlar şehrinde
yanlış bir istasyondayım
yanlış bir saatte
yolumu yitirdim
hep yanlış trenlere bindim
doğru bir yerlere götürürler beni diye
üzerime giydiğim kendi yalnızlığım
çıkarsam altında sen varsın
büsbütün yanılgısın
neredeyse sabah olacak
yoksa son treni de mi kaçırdım
mart '90


BAŞKA GEZEGENİN İNSANLARI

özlem şehirleri

bunlar özlem şehirleri
birbirlerinden kanatlarca uzak
hepsi büyülü hepsi sihirli
sisli ve hüzünlü
uzak aşklar yaşarsın
ya sen onları bırakırsın
ya onlar bırakıp giderler seni
serüvenlerin sonu yoktur bu şehirlerde
bir bataktan öbürüne girersin
geceler anlatılmaz güzellikte
trenler gelir trenler gider
ve sen hep içlerinde olursun
gitmek kaçınılmaz senin için
bunlar özlem şehirleri
sense özlemlere bulanmışsın
kıl diplerine kadar
özlem şehirlerinin özlem atları
kanat çırpıyorlar dolu dizgin
ne duruyorsun atla birinin üzerine
kanat kanat del özlemi çekirdeğinden
1991


dostum domuz

kırmızı gözyaşlarıyla ağlayan domuz
hüngür hüngür hem de
limon ekşisi gözyaşlarıyla ağlayan
sapsarı bir domuz
bana terkedilmişliğime ağlayan
beni anlayan dostum domuz
seni yarattım yapışkan bir new york gecesinde
sevgilim tek bir selam bırakıp gitti diye


geleceğiz

geleceğiz
elbet geleceğiz
paldır küldür değil ama
zaten bir yerimizden hep demirliyiz
tam uzaklaşamadık limandan

siz bunları bilmezsiniz
gitmelerin özlemlerin ne zor olduğunu
hep öyküler anlatalım istersiniz döndüğümüzde
garip ürkünç ya da neşeli öyküler
bizse artık susmaya geleceğiz
belki çoğunuz tanımayacak bizi
belki de size biraz soğuk bakacağız

ama rengarenk armağanlar olacak elimizde
sizlere sunacağımız
umutları sevgileri çoşkuları
ceplerimizde gizleyerek
azar azar çıkarıp kullanacağız
dilerseniz birlikte


geleceğiz
bütün gemiler iplerini kopardığında
yaşlı bir balina gibi
biz de karaya vuracağız


NEW YORK BLUES

bir taksi ağlıyor

bir taksi ağlıyor
gece yarısı sokakta
hüngür hüngür
sarı siyah dama gözyaşlarıyla
telsizi yardım yardım diye bağırıyor avaz avaza
kimse yardımına koşmuyor
bagajı inip
kalkıyor habire
frenleri boşalt da bitsin
bitsin bu keder diye
radyoda bir şarkı

bir taksi ağlıyor
farları sırılsıklam gözyaşlarıyla


canım balina

anlamsızlığa da anlam yükler onlar
bu onların işi
bense kendimi balinanın kucağına bıraktım
gezdiriyor beni okyanusunda
beyaz dev aksakallı bir balina
bilge mi bilge
gerçek aşk gerçek sevgi
herşeyin anlamı onda
ne zaman elimi kalbime götürüp
balina balina diye seslensem orada
ağırbaşlı dinliyor söylediklerimi
bazen gülümsüyor
canım balina
biliyor musun anlamsızlığa da
bir anlam yükler onlar diyorum
ama bu şairin işi değil diyor bana
onların işi


king kong kolonyası

şu kolonyolar da olmasa
neyle ferahlayacağız
alkolü 80o limon kolonyası
için mi sıkıldı miden mi bulandı
yalnız mısın
dök kolonyaları başından aşağı
çek içine rahatla
sevişmeden önce
seviştikten sonra
kavga sırasında
korku anında
limon kolonyası
hem de bu yabancı ülkenin tam ortasında
gerçekdışı bir imge gibi
hoşgeldin güle güle
gökdelenlerin tepesinde
king kong yerine
limon kolonyası


postacıya şiir

siz hiç postacıya mektup götürdünüz mü
bir zarf içinde selam taşıdınız mı postacıya
yaşam bu denli gülünç ve hüzünlü
senin de mi bisikletin yok postacı


the şehir

sen şimdi ne yapacaksın o kılçığı çıkmış şehirde
süleymaniye yıkıldı yıkılacak
haliç yaşlı bir travesti
ansızın kimliğini sorsan şaşıracak
kız kulesinden hayır bekleme
zaten ömrümde hiç kız görmedim kulesinde
romantik kırmızı gün batımlarıysa
hava kirliliği demekmiş
onu da öğrendik
konuştukları dile bile artık yabancısın
sen o şehirde simit yesen
çay içsen ne olacak
çocukluk günlerin de geride kaldı
o şehir ki imparatorlukların metresi oldu
şimdi kahkahalar atıyor arkalarından
sanıyor musun ki seni hatırlayacak



ÖZLƏM ŞƏHƏRLƏRİ

metallik sevgilər çağı

bilirəm həsrətimi çəkirsən
yaxında ikinci məni yollayasağam sənə
polad zirehimi geyinmiş olacam
səsimi CD-lərə yazacam
sənə sevgilər sunan sevgimi
görüntümü laserdisklərə
ən xoş ən sevdiyin pozda
metallik sevgilər çağmdayız
oyan artıq əbədi olmayı arıyoruz
ölümün biləngini qıracağız
bilgisayarmın düyməsinə bas
nə demək istədiyimi anlarsan
içində həbs etdim ikimizi
DNA və RNA-larımız onda
sorsan alacaqsan haqqımızdakı bütün bilgiləri
qoxumumu özlədin
yaxmda onu da duyacaqsan
qanad çalıb uzaqlardan gələcək sənə
çiçəklərmi dedin
dəmət-dəmət güllər yollayacağam
müşk kimi qoxan dəmirdən güllər
istəmirəm demə
metallik sevgilər çağındayız


səndə öldüm

sırasıyla çıxdım nərdivanları
ağır-ağır şairin dediyi kimi
bəzən də asansörlə göydələnlərə
yeri gələndə hörümçək-adam oldum
dırmaşdım güclü vantuzlarımla
qarğa olub uçdum çatılara
bütün qatlardan atdım özümü
heç birində ölmədim
səndə öldüyüm kimi
Bakı, noyabr 2004


bakının rüzgarı

bu qədər səssizdir
əşyalar necə də hayqırır gəvəzə rüzgar
deməyə bir sözümü var
əşyalara sormalı elə isə
paltarlara divarlara evlərə
onlarm səsi üsulluca kübar
pıçıltılarını dinlə
anlamaq qolay gizlinlərini
danış haydı gəvəzə rüzgar
hər şeyi necə sildiyini
Bakı, noyabr 2004


heç bir şey sorma məndən

sən tomas raym dükanını görmədin
onun heykəllərini görmədin
hamısı zənci hamısı taxta
qaranlıq işlər baş verir gecə olan kimi o dükanda
eynən zənci kimi qapqaranlıq
sorma mən də çox şey bilmirəm
yadam çünkü buralarda
sən madam kayenin dükanmı görmədin
1930-lardan qalma
yalnız qadm camaşirləri satılır orada
sətin ipək krujevası rəngbə-rəng alt paltarları
gecə olan kimi tuhaf adamlar girib çıxırlır
nələr olur mən də bir şey bilmirəm
sorma yadam buralarda
kölgəni görürəm məni izləyir
qısqınclığı geyinmiş
qapqara divarlara sinmiş
yanlış yaşadığımı salır yadıma
dilimin ucunda od
saçlarımda yanğm
gözlərimdə partlayış
saçlarımın dibində xəyanət
heç bir şey sorma məndən nə olar
yadam çünki buralarda


ТЯЖЕСТЬ ЦВЕТОВ

внутреннее кровотечение

ломаешь мою броню
у меня внутреннее кровотечение
касательно жизни
я должна скрывать от всех
что умираю мало-помалу
вот я жертва на алтаре
во имя твоей свободы
можешь ли представить что ты мой палач
вправду ли сможешь жить
когда у меня внутреннее кровотечение
словно слышу твой хохот
уходи из заморских стран островов
найди и войди в свободу
в этом городе в другом городе
на сей раз меня нет
вправду ли сможешь забыть




тяжесть цветов

кто теперь станет нести эти высушенные цветы
плачу немо как рыба
тихо падают слезы
всё мы расстались конец
наш смех был как разноцветные шарики
у порога оставлю я ревность
а в любви мы уже не нуждаемся
опусти в мой ранец камни минералы
ладно кто теперь станет нести эти высушенные
цветы

güllerin ağırlığı

şimdi kim taşıyacak bu kurutulmuş gülleri
bir balık sessizliğiyle ağlıyorum
gözyaşlarım gürültüsüz damlıyor
işte artık ayrıldık bitti
gülmelerimiz neşeli balonlar gibiydi
kıskançlıkları ben kapı önüne koyarım
sevgilereyse zaten ihtiyacımız yok daha fazla
taşları fosilleri benim çantama doldur
peki şimdi kim taşıyacak bu kurutulmuş gülleri

я вас совсем не любила

никого из вас не любила
вы так странно смотрели на меня
не давала вам
поцеловать ни губы ни язык
я знала нет места вам в будущем
вы были обласканной кошкой в руках
могла при желании поотрывать вам хвосты
все вы были скверными обманщиками
как персонажи плохих фильмов
вы плакали меламиновыми слезами
и были на одно лицо
странно что у всех были разные имена
зачастую не могла вспомнить
я вас совсем не любила
и вы меня не любили
но это мне было до лампочки


соблазнение музы

о муза что диктует строки поэту
приходи когда хочешь без приглашенья
если острые крылья твои
промокли под ливнем
ждет тебя чай пожелаешь есть кофе
если продрогла в снегах и крылья замерзли
тепло в моем доме согрейся вином
можешь весною прийти
окна раскрыты мои
розой комната пахнет
хочешь летом приди
жарко чтоб было так жарко
я с тобой поделюсь холодным арбузом
расстели свои волосы в комнате
о муза что диктует строки поэту
прилети резвокрылая
я обещаю
никому не скажу что ты появлялась


нелегко быть поэтом

нет яркого солнца
облачный летний день
друзья не звонили
доставали лишь дальние знакомые
утомили меня поэты стихи
"что станется с поэтами в новом тысячелетии"
вот о чем они думают
быть поэтом мой друг нелегко
схождение смыслов на бумагу
порой бессмыслица
друзья сегодня не звонили
да а еще просмотрела фотографии
ясно что время летит



EFLATUN SIR

asit yağmuru

yağmur yağıyor
ben yağıyorum
griyim tepeden tırnağa
bir şehrin ümitsizliğini giyinmişim
cümbüşünü renklerini itip
hiçbir şey yaşamın kendisini açıklamıyor
ne filmler ne şiirler
ne de yaşam kendini açıklayabiliyor
yağmur yağıyor hüngür hüngür
kendi üzerime yağıyorum
asit gibi üstüme yağdıkça eriyorum


buralardan gidiyorum

buralardan gidiyorum yapamayacağım
nargile çekiyor ufukta başka şehirler
ki bu defa en fokurtulusu
en fazla tanıdığım
beni karnında yıllarca taşımış olan
buralardan gidiyorum
eskimiş sevinçler
kullanılmış hayallere doğru
yine kusmuklu
çişli telefonlar
anıların tozu
kelebeklerin tozuna benzemiyor hüzünlü ve buruk
buralardan gidiyorum
kimse bilmez ama
bu en büyük kahramanlık


sinyal kırmızısı

hem bu senin en sevdiğin mevsim değil mi
durup durup kanına giren
yahu sen değil misin
aşka boynu kıldan ince
nereni kessen
sinyal kırmızısı kanıyorsun
bir yanıp bir sönen
şimdi hüzünlerden hüzün beğen
sen yağmurları da sevmez miydin
ne oldu böyle
yanlış bir denizde
köküne dek yanlış bir sevgiliye
gönül düştün
nereni kessen sinyal kırmızısı kanıyorsun
hani bir yanıp sönen
böylesi de sana yakışan bir sevda değil mi
hadi şimdi ölümlerden ölüm beğen


kırık dökük her yanı

kırık dökük her yanı
bense çoktan paramparçayım
bir anlasa çocuk değilim artık
şiirlerime götürsem
ipuçları arasa
ona ait olmayan şiirlerde gezinse
hah işte anladım sen busun dese
tüm korkuların ve zayıflıklarınla sen busun
yorgunluklarımı dinlendirsem koynunda
oysa eski zaman acılarını yüklüyor
kırık dökük her yanı
bir bilse çoktan paramparçayım



SANA ŞIIR YAZMASAM OLUR MU?

zehirsiz akrep

dilime papatyalar çizdim
ağzınla yol diye yapraklarını
seviyor sevmiyor
memelerime yavru kediler
okşa okşa mırmırlarını dinle sevinçlerinin
bir de akrep çizdim
en kuytu köşeme
ara göreceksin
korkma zehrini akıttım akrebin


ellerin

ellerin ne güzel
ne güzel ellerin
senin ellerin
ellerin senin
hiçbir yere sığmayan
çoğaldıkça çoğalan
karmakarışık muzip ellerin
ellerin ne güzel
konuştukça konuşan
güçlü sanatçı ellerin
ellerin hiç dert görmesin


gemin gidiyor

gemin gidiyor
içinde yokum bu defa
kaptan sensin
beni istemedin
gemin gidiyor
bilinmeyene doğru köpük köpük
tıka basa yolcu dolu güverte
yüzleri seçemiyorum
yüzler soyut
sen beyaz giysiler içerisinde
kaptansın ne de olsa
umut dolu gözlerin
gülümsüyorsun elinde kadeh
şerefe kaldırıyorsun (belki de ihanete)
tüm yolcuların şerefine
gemin gidiyor
hiç uğramamak üzere limanıma
öldür beni be kaptan
dayanamam
senin olmadığın şehirlerde


iç kanama

bağışıklığımı kırıyorsun
hayata dair
iç kanama geçiriyorum
gizlemeliyim
azar azar öldüğümü herkesten
senin özgürlüğün uğruna
kurbanım işte sunağında
celladım olmayı göze alabiliyor musun
yaşayabilir misin gerçekten
ben kendi içime kanarken
kahkahalarını duyar gibiyim
denizaşırı ülkelerden adalardan
git kendini özgürlüklere bula
bu şehirde başka şehirde
yokum bu defa
gerçekten unutabilecek misin