Yeşim Ağaoğlu kendi karmaşık
dünyasını yaratan bir sanatçı olarak ortaya çıktı. Onun şiirlerini okurken,
görsel hayal gücünün yaratıcı gücünü hissediyorsunuz. O, yalnızca bir şair
değil, aynı zamanda bir görsel sanatçı, fotoğraf, yerleştirme ve performans
çalışmaları var. Yani, onun şiirsel
dünyası da daima görsel. Betimlemeleri görsel ve sıklıkla melodram tarzında.
İlhamını çokça resim,film ve mimari gibi diğer sanat dallarından da alıyor. İsimlere
ve küresel ana akım kültürün metaforik anlamlarının fenomenlerine yoğunlaşıyor.
Onun şiirsel benliği cesur rollerde yer alıyor. Şiirlerinde fahişeler, deniz
kızları, travestiler, katiller, punklar, sokak müzisyenleri, sirk sanatçıları,
dünya dışından gelenler yaşıyor. Daha derin anlamları ilk anda çok anlaşılır
değilken ve daha yakından bir okumayla çözümlenmek zorundayken, küçük, iyi
kurgulanmış melankolik ya da eğlenceli sürrealist eserler hayali oyunculukları
sayesinde okuyucuyu şaşırtıyor. Gerçek ve surrealist arasındaki sınırlar,
büyülü ve hayali boyutlar daima akıcı. Herşey insan biçiminde; hayvanlar ve
kuşlar fabl benzeri doğalarını temsil ediyorlar. Dönüşüm, kafa karışıklığı,
biçim değiştirme, kılık değiştirme her yerde mevcut. Metamorfoz ve mutasyon
katılıktan ve korkudan kurtarıyor. Şiirsel benliğin duyusal bir fiziksel
mevcudiyeti var, kanıyor, eriyor, yalıyor ve tükürüyor. Yalnızlığı, korkuyu
yaşıyor ve onu avlıyorken, onun iç benliği farklı yaratıkların, hayvanların ve
kişileşmiş duyguların yaşadığı karanlık bir mağara gibi, şairin kendisi bile
aşağı düşüyor ve bu karanlık mağarada kilitli. Yaz ve kışın, gün ve gecenin, yaşam ve ölümün
doğal ayrılımları, aşka yakından bağlı ritmik olarak tekrar eden tecrübeler.
Yeşim Ağaoğlu’nun şiirlerinin asıl teması aşk, kısa devre yaptırabilecek yüksek
frekanslı bir tutku olarak aşk. Bu bir tür saplantı ve sevileni efsanevi bir
çiftin istikrarlı ilişkisinde tutmak istiyor. Bu, Goethe’nin de daha once
farkettiği gibi doğu edebiyatına özgü bir gelenek. Leyla ve Mecnun, Yusuf ve
Züleyha ve bunun gibiler Türk halk edebiyatında olduğu kadar Osmanlı-Türk
klasiklerinde yaygın figürlerdir. Ancak Yeşim Ağaoğlu modern küresel dünyadan
da mükemmel rol model çiftler buluyor: Heidi ve Peter, Dali ve Gala, Frida
(Kahlo) ve Diego, Paul ve Beatrice, Spiderman ve karısı. Ama aşık benliği
ikinci sınıf dişi tarafı olduğu için, kıskançlığın ve güvensizliğin acısını
çekiyor ve daima ihaneti ve yalanı seziyor. Aşkın sonuyla tehdit ediliyor ve
yalnız bırakılmaktan korkuyor. Bazen “diğerleri” iftiracı ve yıkıcı olarak yer
alır. Özgürlüğe susamış dişi özgüven istikrarlı değildir, çünkü özgürlüğün
anlamı “sevilen olmadan yalnız bırakılmaktır”, yani mutlak yalnızlık. Bu çelişki aynı zamanda yaratıcı şairane güç
tarafından gururlu kişiliği bir şair olarak geliştiren üretken bir durum da
olabilir. Böylece o, şiirlerini değerli hediyeler olarak sevdiğine ithaf
edebilir. Yaygın maceraların ve anıların yeniden derlenmesi, çözümlenmesi zor
nükteli öznel ve metaforik bir dil ortaya çıkardı. Bir diğer taraftan terkedilmişlikten
gelen inciticilik asalet ve sadakatsizce özgürlüğünün tadını çıkaran hain aşığa
karşı “feminist” bir patlamaya neden oluyor. Bu dinamik duygular onun zihninde
ürüyor. Şiddetleri ve insanlık dışı sonuçlarıyla fantastik tehditkar senaryolar
dünyanın zalim gerçekliğini hatırlatıyor. Burada okuyucunun tahmini politik
kinayeler olabilir. Böyle anlarda dış merkezli şiirsel benlik –ironik
yabancılaşma etkisi olmadan değil- kendi yıkımının orgazmının doruklarında ya
da öldürme tutkusuyla coşku içinde olabilir.
Ancak terkedilmişliğe verilen ılımlı
bir tepki, sevilenle yeniden buluşmak için özlemin şehirlerine seyahat etme
dürtüsüdür. Ancak bu hareket tuhaf insanlarla ilgilenme ve tüm bu şeyleri
şiirde yüceltme gücü kadar terkedilmişlikten gelen özgürlüğün, dişi bireyin
yabancılaşmasını deneyimleme istekliliğinin keyfini çıkarma cesaretini hakeder.
Londra ve New York gibi kalabalık
metro istasyonları ve yalnız otel odalarıyla modern şehirlerin cazibesi,
tarihsel geleneklerle dolu olan yerli İstanbul ile nostaljik bağlar olmadan
düşünülemez. Bu yüzden şiirsel metinlerin topografik boyutları geniş
kapsamlıdır. Sokaklardaki caz müzisyenleri ve minarelerden gelen ezan sesleri
gibi yerel renkler ve seslerle şehir hayatına dair güzel izlenimler vermede
başarılı oluyor.
Yeşim Ağaoğlu’nun şiirsel dilinde,
bazen kendisinin “Yeşimce” adını verdiği, yaygın olmayan tercüme edilmez
terimleri buluyoruz. Onun şiirleri
karmaşık. Politik polemikler ya da feminist görüşler asla ideolojik değil,
bunlar onun şiirsel dünyasının karmaşıklığında doğal öğeler gibi birleşiyorlar.
O yumuşak ve kaba sese hükmediyor. Kırılganlığı kelebeğin kanadındaki tozun
resmiyle, zalimliği bıçakla yakın flörtüyle gösteriliyor. Bu tür çelişkiler “thunderrose”un
resminde birleşiyor. Dramatik öykülerine, realist ve surrealist resimsel gücüne rağmen, onun şiirlerini
yorumlamak bazen güç olabiliyor. Şiirsel yapının temel öğeleri olarak
öğreticilik daima şiirin ilk ve son satırın bir öncesinde verilir. Ancak orada
daima sırlar kalır.