"Thunderrose" Prof.Dr.Erika Glassen, Almanya, 2013

Yeşim Ağaoğlu kendi karmaşık dünyasını yaratan bir sanatçı olarak ortaya çıktı. Onun şiirlerini okurken, görsel hayal gücünün yaratıcı gücünü hissediyorsunuz. O, yalnızca bir şair değil, aynı zamanda bir görsel sanatçı, fotoğraf, yerleştirme ve performans çalışmaları var. Yani, onun  şiirsel dünyası da daima görsel. Betimlemeleri görsel ve sıklıkla melodram tarzında. İlhamını çokça resim,film ve mimari gibi diğer sanat dallarından da alıyor. İsimlere ve küresel ana akım kültürün metaforik anlamlarının fenomenlerine yoğunlaşıyor. Onun şiirsel benliği cesur rollerde yer alıyor. Şiirlerinde fahişeler, deniz kızları, travestiler, katiller, punklar, sokak müzisyenleri, sirk sanatçıları, dünya dışından gelenler yaşıyor. Daha derin anlamları ilk anda çok anlaşılır değilken ve daha yakından bir okumayla çözümlenmek zorundayken, küçük, iyi kurgulanmış melankolik ya da eğlenceli sürrealist eserler hayali oyunculukları sayesinde okuyucuyu şaşırtıyor. Gerçek ve surrealist arasındaki sınırlar, büyülü ve hayali boyutlar daima akıcı. Herşey insan biçiminde; hayvanlar ve kuşlar fabl benzeri doğalarını temsil ediyorlar. Dönüşüm, kafa karışıklığı, biçim değiştirme, kılık değiştirme her yerde mevcut. Metamorfoz ve mutasyon katılıktan ve korkudan kurtarıyor. Şiirsel benliğin duyusal bir fiziksel mevcudiyeti var, kanıyor, eriyor, yalıyor ve tükürüyor. Yalnızlığı, korkuyu yaşıyor ve onu avlıyorken, onun iç benliği farklı yaratıkların, hayvanların ve kişileşmiş duyguların yaşadığı karanlık bir mağara gibi, şairin kendisi bile aşağı düşüyor ve bu karanlık mağarada kilitli.  Yaz ve kışın, gün ve gecenin, yaşam ve ölümün doğal ayrılımları, aşka yakından bağlı ritmik olarak tekrar eden tecrübeler. Yeşim Ağaoğlu’nun şiirlerinin asıl teması aşk, kısa devre yaptırabilecek yüksek frekanslı bir tutku olarak aşk. Bu bir tür saplantı ve sevileni efsanevi bir çiftin istikrarlı ilişkisinde tutmak istiyor. Bu, Goethe’nin de daha once farkettiği gibi doğu edebiyatına özgü bir gelenek. Leyla ve Mecnun, Yusuf ve Züleyha ve bunun gibiler Türk halk edebiyatında olduğu kadar Osmanlı-Türk klasiklerinde yaygın figürlerdir. Ancak Yeşim Ağaoğlu modern küresel dünyadan da mükemmel rol model çiftler buluyor: Heidi ve Peter, Dali ve Gala, Frida (Kahlo) ve Diego, Paul ve Beatrice, Spiderman ve karısı. Ama aşık benliği ikinci sınıf dişi tarafı olduğu için, kıskançlığın ve güvensizliğin acısını çekiyor ve daima ihaneti ve yalanı seziyor. Aşkın sonuyla tehdit ediliyor ve yalnız bırakılmaktan korkuyor. Bazen “diğerleri” iftiracı ve yıkıcı olarak yer alır. Özgürlüğe susamış dişi özgüven istikrarlı değildir, çünkü özgürlüğün anlamı “sevilen olmadan yalnız bırakılmaktır”, yani mutlak yalnızlık.  Bu çelişki aynı zamanda yaratıcı şairane güç tarafından gururlu kişiliği bir şair olarak geliştiren üretken bir durum da olabilir. Böylece o, şiirlerini değerli hediyeler olarak sevdiğine ithaf edebilir. Yaygın maceraların ve anıların yeniden derlenmesi, çözümlenmesi zor nükteli öznel ve metaforik bir dil ortaya çıkardı. Bir diğer taraftan terkedilmişlikten gelen inciticilik asalet ve sadakatsizce özgürlüğünün tadını çıkaran hain aşığa karşı “feminist” bir patlamaya neden oluyor. Bu dinamik duygular onun zihninde ürüyor. Şiddetleri ve insanlık dışı sonuçlarıyla fantastik tehditkar senaryolar dünyanın zalim gerçekliğini hatırlatıyor. Burada okuyucunun tahmini politik kinayeler olabilir. Böyle anlarda dış merkezli şiirsel benlik –ironik yabancılaşma etkisi olmadan değil- kendi yıkımının orgazmının doruklarında ya da öldürme tutkusuyla coşku içinde olabilir.
Ancak terkedilmişliğe verilen ılımlı bir tepki, sevilenle yeniden buluşmak için özlemin şehirlerine seyahat etme dürtüsüdür. Ancak bu hareket tuhaf insanlarla ilgilenme ve tüm bu şeyleri şiirde yüceltme gücü kadar terkedilmişlikten gelen özgürlüğün, dişi bireyin yabancılaşmasını deneyimleme istekliliğinin keyfini çıkarma cesaretini hakeder.
Londra ve New York gibi kalabalık metro istasyonları ve yalnız otel odalarıyla modern şehirlerin cazibesi, tarihsel geleneklerle dolu olan yerli İstanbul ile nostaljik bağlar olmadan düşünülemez. Bu yüzden şiirsel metinlerin topografik boyutları geniş kapsamlıdır. Sokaklardaki caz müzisyenleri ve minarelerden gelen ezan sesleri gibi yerel renkler ve seslerle şehir hayatına dair güzel izlenimler vermede başarılı oluyor.
Yeşim Ağaoğlu’nun şiirsel dilinde, bazen kendisinin “Yeşimce” adını verdiği, yaygın olmayan tercüme edilmez terimleri buluyoruz.  Onun şiirleri karmaşık. Politik polemikler ya da feminist görüşler asla ideolojik değil, bunlar onun şiirsel dünyasının karmaşıklığında doğal öğeler gibi birleşiyorlar. O yumuşak ve kaba sese hükmediyor. Kırılganlığı kelebeğin kanadındaki tozun resmiyle, zalimliği bıçakla yakın flörtüyle gösteriliyor. Bu tür çelişkiler “thunderrose”un resminde birleşiyor. Dramatik öykülerine, realist ve surrealist  resimsel gücüne rağmen, onun şiirlerini yorumlamak bazen güç olabiliyor. Şiirsel yapının temel öğeleri olarak öğreticilik daima şiirin ilk ve son satırın bir öncesinde verilir. Ancak orada daima sırlar kalır.